Peter başarı merdivenlerinin dibinden en tepeye tırmanmayı başardı ve Avustralya'nın en üretken mali müşavirlerinden biri oldu. Ona göre işin anahtarı, vermenin getirilerinden yararlanırken maliyetini minimize etmeyi öğrenmekti. Genesys Wealth Advisers'da genel müdür olduğunda, firmayı iflasın eşiğinden döndürdü ve sanayide lider konumuna getirdi. Bu başarısını da verici olmasına bağladı. "İşimde başarılı olmamın, başkalarına bir şeyler vermeye çalışmam sayesinde olduğuna hiç şüphe yok. Bu benim gizli silahım” diyor Pet "Bir işi almaya çalışırken bir başka müşavirle rekabete girdiğim de insanlar bu yüzden kazandığımı söyler."
Teknolojik ve organizasyonel değişimler vermeyi daha avantajlı hale getirmiş olsa da, vermenin hiç değişmeyen bir özelliği var: Hayatta bize yön veren prensipleri derinlemesine düşündüğümüzde çoğunluğumuz içgüdüsel olarak vermeye yöneliriz. Geçen otuz yıl boyunca, tanınmış psikolog Shalom Schwarz, dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı kültürlerden insanlar için önemli olan değerleri ve prensipleri araştırdı. Araştırmalarından birinde. Avustralya, Şili, Finlandiya, Fransa, Almanya, Israil, Malezya, Hollands, Güney Afrika, İspanya, İsveç ve ABD'den olmak üzere kapsamlı birer örnek oluşturan binlerce yetişkin üzerinde anketler yaptı. Anketini bir düzine farklı dile çevirtti ve katılımcılarından birbirinden farklı değerleri önem derecelerine göre sıralamalarını istedi.
İçerisinden birkaç örnek;
Birinci Liste;
Zenginlik (para, mal ve mülk)
Güç (tahakküm, başkalarının üzerinde hakimiyet)
Zevk (hayattan keyif almak)
Kazanmak (başkalarından daha başarılı olmak)
İkinci Liste;
Yardımseverlik (başkalarının iyiliği için çalışmak)
Sorumluluk (güvenilir olmak)
Sosyal adalet duygusu (dezavantajlı olanlara destek olmak)
Duyarlılık bugkalinnin ihtiyaçlara dayarlı olmak
Alıcılar birinci listedeki değerleri önemserken, vericiler ikinci listedekilere öncelik veriyordu. Schwartz, verici değerleri benimseyen insanlar en çok nerede olduklarını ogrenmek istedi. Yukandaki 12 ülkeye tekrar bakın. Sizce hangi ülkede insanların çoğu alıcı değerleri yerine verici değerlerini benimsiyor?
Hepsinde...
Yukardaki 12 ülkenin tamamında, insanların çoğunluğu vermeyi en önemli değerleri olarak tanımlıyordu. Vermeyi güçten, başarıdan, heyecandan, özgürlükten, geleneklerden, uyumluluktan, güvenlikten ve keyif almaktan daha önemli gördüklerini beyan ediyorlardı. Aslında bu dünyanın 70'ten fazla ülkesi için de geçerliydi. Verici değerleri, Arjantin'den Ermenistan'a, Belçika'dan Brezilya'ya, Slovakya'dan Singapur'a kadar pek çok ülkedeki birçok insan için bir numaralı hayat prensiplerini oluşturuyordu. ABD dahil dünyadaki kültürlerin çoğunda, insanların çoğunluğu vermeyi en önemli hayat prensibi olarak benimsiyorlardı.
Bir açıdan bakıldığında bu şaşırtıcı değil. Ebeveynler olarak çocuklarımıza The Giving Tree (Cömert Ağaç - Shel Silverstein) gibi kitaplar okuruz ve paylaşmanın ve yardımsever olmanın önemini aşılamaya çalışırız. Ama vermeyi belli konulara göre tercih ederek iş dünyasında farklı bir değerler bütününü benimsiyoruz. Çocuklarımız için Shel Silverstein kitaplan okumayı severiz ama Robert Greene'nin The 45 Laws of Power (Güç Sahibi Olmanın 68 Kuralı) adlı kitabenin popularitesi - iş dünyasındaki pek çok gurunun Sun Tzu'nun Savaş Sanatı kitabına olan hayranlığını da düşünürsek - iş hayatımızda verici değerlerine fazla yer bulamadığımız izlenimini veriyor.
Bunun sonucunda, iş hayatında verici gibi davranan insanlar genelde bunu itiraf etmekten çekiniyorlar. 2011 yazında Sherryann Pless adında bir kadınla tanışmıştım. Kendisi prestijli bir mali hizmetler firmasında yöneticiydi. Sherryan kesinlikle bir vericiydi: Sayısız saatlerini genç meslektaşlarını eğitmeye, bir kadın liderliği inisiyatifine ve çalıştığı firmanın yürüttüğü geniş kapsamlı bir hayır işinde fon arayışında gönüllü destek vermeye adamıştı. "Benim önceliğim vermektir" diye açıklıyordu "Birebir karşılık aramam. Fark yaratmaya, bir etki yapmaya, desteğimden en çok fayda görebilecek insanlara odaklanmaya çalışırım."
Ticari zekâsını zenginleştirmek isteyen Sherryann, 6 haftalığınaişten ayrıldı ve dünyanın farklı bölgelerinde faaliyet gösteren şirketlerden 60 yöneticinin katıldığı bir liderlik programına dahil oldu. Meziyetlerini tanımlamak için kapsamlı bir psikolojik değerlendirmeden geçti. Shenyann, en iyi profesyonel meziyetlerinin nezaket ve duyarlılık olduğunu öğrenince çok şaşırdı. Bu sonuçların, sert ve başarılı bir lider olarak yaptığı şöhreti tehlikeye atacağını düşünen Sherryann, bunu kimseye anlatmamaya karar verdi. "Yetersiz biri gibi gözükmek istemedim. İnsanların bana farklı bakmaya başlamasından, beni daha gayrîciddi bir yönetici olarak görmelerinden korktum" dedi. Sherryann. "İnsanî duygularımı kapıda bırakmaya ve kazanmaya şartlanmıştım. Başlıca yeteneklerimin sonucu "odaklı olmak" ve "sıkı çalışma" olarak gözükmesini isterdim, nezaket ve duyarlılık olarak değil. İş hayatında bazen farkı maskeler takmak zorunda kalıyorsunuz.
Zayıf veya saf olarak damgalanma korkusu, birçok insanı iş hayatında verici gibi davranmaktan alıkoyuyor. Hayatta verici değerleri taşıyan bir çok insan iş hayatındaki karşılıklılık anlayışları olarak dengelemeyi seçiyor ve vermek ile almak arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Bir araştırma kapsamında bir grup insan, iş ilişkilerindeki yaklaşımlarının vermek mi, dengelemek mi olduğu sorusuna cevap verdiler. Sadece % 8'i kendisini verici olarak tanımladı. Kalan %92 ise iş hayatında aldıklarından fazlasını vermeye yanaşmıyordu. Başka bir araştırmada ise ofislerde dengeleyici olmayı seçenlerin, vericilerden 3 kat daha fazla olduğunu gördüm. Vermeyi veya dengelemeyi tercih eden insanlar çalıştıkları yeri, birinin kazanırken diğerinin kaybettiği bir ortam olarak gördüklerinde, kendilerini genellikle alıcılığa yöneltmek zorunda hissediyorlar.
Bu zorunlu olarak çalışanlarını sıralamaya sokan bir şirket, aynı müşteriyi kazanmak için rekabet eden bir grup firma, notlarını çan eğrisi usulüyle veren bir okul veya cazip bir takım işlere yönelik taleplerin fazlalığı gibi durumlar söz konusu olabilir; zira hepsinde insanların vermekten ziyade almaya yönelmesi çok doğaldır. "Başkalarından çıkarcı bir davranış bekledikleri zaman" diye açıklıyor Stanford'dan bir psikolog olan Dale Miller, insanlar verici gibi davranırlarsa sömürüleceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle "rekabetçi bir yaklaşım benimsemenin daha mantıklı uygun bir davranış olacağı sonucuna veriyorlar" Hatta yalnızca bir takım elbise giyip Harvard Business School dosyasını incelemenin bile insanların ilişkilere ve başkalarının menfaatlerine gösterdiği alakayı ciddi biçimde azalttığına yönelik deliller var. Alıcılar tarafından sömürülme duygusu öylesine yerleşmiş ki, Cornell Üniversitesi'nden bir ekonomist olan Robert Frank'a göre;
"Başkalarından en kötüsünü beklemeye koşullanmak, içimizdeki en kötüyü dışarıya çıkarıyor. Enayi yerine koyulmamak için çabalarken çoğunlukla yardımsever içgüdülerimizi bastırmayı seçiyoruz."
Sonuç olarak; kendisinin sağlam bir alıcı olduğunu zannedenlerin bile, aslında çoğu; başkalarına karşılıksız fayda sağlayabilecek potansiyelde olmasına rağmen, iyi niyetinin suistimal edilme korkusu sebebi ile kendini korumaya almakla kalmıyor, verici yönünü gizleyerek önce almaya odaklanıyor. Sergilenen bu yaklaşım ise karşımızdaki vericilerin de kendini gizlemesine ve vermeden almaya çalışmasına neden oluyor. En nihayetinde iş dünyası, kısır döngüye girerek birbirini ezen, sömüren acımasız bir anlayışla yoluna devam ediyor. (Adam Grant / Almak ve Vermek adlı kitabından)
Peki, bu kısır döngü nasıl kırılır ?
......devam edecek.
Yazar: Ahmed Emre
Comments